top of page

        Aşağıda okuyacağınız yazılar deneyim, bilgi ve ikisinin harmanlanmasından oluşan paylaşımları içermektedir. Doğruluğu kişiye göre değişkenlik gösterebilir, sorgulanabilir. Bu nedenle blog yazılarımın üzerine düşünüp, sunmuş olduğum fikre ya da bilgiye kimi zaman katılıp kimi zaman katılmadığınız ya da aklınıza gelebilecek her türlü soruyu çekinmeden sorduğunuz bir tartışma ortamı yaratmanız sitenin, benim ve yazıları okuyan her bir bireyin gelişimine ışık tutar. Katkı sağlamak için blog yazılarının altındaki yorum bölümünü kullanabilirsiniz.

Güncelleme tarihi: 13 Kas 2021


Denizatı Koleji'ndeki staj deneyimimden bir kare

Her zaman "öğretmen olunmaz, öğretmen doğulur" anlayışında olmuşumdur. Ancak alınan pedagojik eğitimle madenden çıkan kömür işlenir, eşi benzeri olmayan bir pırlantaya dönüşür, değerlenir. İşte bu ideolojiyle, 2015 yılında özümseyerek bitirdiğim İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün üstüne bir de İngilizce Öğretmeni vasfını hak etmek istedim. Yedi haftalık hızlandırılmış ve bana göre hiç bir ehemmiyeti ve ağırlığı olmayan pedagojik formasyonu almayı reddedip baştan sona okumak, hiç bir dersten mahrum kalmamak istedim.

Hayat size hiç beklemediğiniz anda çok farklı kapılar açabilir. Önemli olan o kapıyı aralamadan, ardında ne olduğunu görmeden gerisin geri kapatmamak. Cesaret edip, içeri o adımı atmak. İşte o kapılardan en güzeli Yeditepe İngilizce Öğretmenliği Bölümü oldu benim için. O kapıyı araladığımda karşıma çıkan ilk kişi Yeditepe Eğitim Fakültesi Dekanı Ayşe Semra Akyel 'di ve Ayşe Hoca'mla olan münasebetimin beni Finlandiya'da Eğitim Liderliği Bölümü'ne getireceğini asla bilemezdim.

Oldukça ilginçtir ki, kapitalist yaklaşımda olduğu savunulan Yeditepe Üniversitesi'nin Eğitim Fakültesi bölümünün geneli idealist hocalardan oluşuyordu. Şayet bunu görebilmeniz için onlarla sohbet etmeniz, kendinizi açmanız ve ne kendinizi bilip idealleriniz uğruna savaştığınızı göstermeniz gerekiyordu. Tabiri caizse biraz adamına göre muamele yapılıyordu. "Ben bir diploma alıp çıkacaktım" gayesinde olan ya da "hiç birşey olmazsam öğretmen olurum" anlayışıyla bölümde okuyan pek çok insan tanımışlığımda vardır tabi.

İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü ile ortak alınan alan dersleri ve diğer öğretmenlik bölümleriyle ortak alınan pedagojik derslerinin yanında Yabancı Dil Olarak İngilizce, Erken Yaşta İngilizce Eğitimi, ya da İngilizce Dilinde Materyal Geliştirme gibi şahane dersleri de program bünyesinde barındırıyordu. Derslerin işlenişi ise o sınıfın dinamiğine göre değişiyordu ve çoğu zaman özgür bir ortamda bulunduğumuzdan mantıklı bir fikirle geldiğimizde o fikir değerlendirilip ders ona göre işleniyordu. Son sınıfta ise ders planlamaktan imanınız gevriyordu hatta o kadar ki öğretmen adayları arkadaşlarımızla bir yarış içine girip en güzel ders planını kim hazırlayacak diye uykusuz kaldığımız geceler de oluyordu.

Tabi bir de olmazsa olmazı staj mevzusu var. Üçüncü senenin sonunda öneri olarak öğrenciler tarafından verilen okul isimleri değerlendiriliyor ve okullarla anlaşma sağlanırsa -çoğunlukla özel okullarla- tercihlerimize göre o okullara stajyer olarak atanıyorduk. İlk döneminiz gözlem yaparak ve gözlem sonucu rapor hazırlayarak, son döneminiz ise gözlem yaptığınız hocanın sınıfına uygun ders planı hazırlayıp, o ders planına uygun dersleri vererek geçiyordu. Stajı efektif hale getirmek bence öğretmen adayının elindeydi. Tüm zamanımızı ister öğrencilerle çene çalarak, ister yan gelip yatarak, istersek de "ben olsam nasıl yapardım?" deyip öz değerlendirme yaparak geçirebiliyorduk. Tabi bu eylemlerin sonuçları da yardımcı hocamız ve üniversite hocamız tarafından bize not ve geri bildirim olarak yansıyordu.

Dediğim gibi Yeditepe Üniversitesi çoğu zaman pedagojik formasyon veriyor. Parasını bastırıp sıkıştırılmış derslerle geçiştirilmiş bir diploma almanız mümkün. Kalitesini eleştirecek merci elbetteki ben değilim lakin karar sizin; dört senede sindire sindire alınan alan, pedagoji, ve alan eğitim derslerimi yoksa, yedi haftada bir çırpıda alınan pedagoji dersleri mi?

 

Güncelleme tarihi: 30 May 2018


Alice looking at the White Rabbit running away

Yeditepe Üniversitesi'ne gelmeden önce hayli önyargılıydım. Acaba eğitim iyi midir? Reklamı yapıldığı kadar başarılı mıdır? Bu okul bana ne katabilir ki?! Bir takım kulaktan dolma bilgiler neredeyse bu okula ve bu bölüme gelmemi engelleyecek ve belki de tüm hayatım pişmanlıklarla geçecekti. “İngiliz Dili ve Edebiyatı”, gerçekten tam bir Alice in Wonderland’ti benim için. Başta bir beyaz tavşanın peşine takılıp düştüm o delikten içeri. Bambaşka bir dünyaya açıldı anahtar deliği; Normandiya Savaşı'nın tam ortasıda buldum kendimi ve konuşulan dili bilmeyerek başta anlamaya çalıştım o ülkeye adını verenleri, tarihini, dilini, gelmiş geçmiş Beowulf gibi kahramanlarını. İçince bal özlü biradan bir kadeh kendimi Canterbury’deki seyyahlardan biri olarak buldum Orta Çağ’ın bakir İngiltere yeşilliklerinde. Okudum, çok okudum, okudukça hayaller alemine daha da çok daldım. Shakespear’in neyi varsa neyi yoksa artık benim, özümsedim. Geceleri Lady Macbeth götürüyor beni yatağıma öyle etkilendim. Milton’ın ağırlığını kaldıramasam da anlamaya çalıştım kendine has mitolojisini. Dickens’ın realitesiyle öğrendim iki şehir arasındaki farkı, iki sınıf arasındaki dağları, eşitsizliğin ne derece acı olabileceğini. Ruhumu dinlendirmek için Keats’le oyalandım sonra, Wordsworth’tün doğasına uzandım, gözümü kapattım Coleridge’in bulutlarında koştum. Ah Jane Austen, onun yüzünden evlilik sevdasına düştüm, her şeyi pespembe gördüm. Sonra Sylvia Plath’in gazıyla zehirlendim, ben de boş verdim evliliği falan melankolikleştim. Viktorya Dönem’ine girip kapattım kendimi topluma, bireyselleştim. Sadece İngiltere’deydim sanıyorsunuz ama tüm dünya ayaklarımızın altına serilmişti. İspanyol edebiyatı, İtalyan edebiyatı, Yunan mitolojisi, yüzyıllara ait dramalar, kısacası hayalini kurduğunuz, merak ettiğiniz ne varsa artık hepsi bizim taa derinlerimize işledi. Bunları öğrenmemi ve beni ben yapmalarını sağlayan çok değerli hocalar barındırıyor mezunu olduğum bölümüm. Arkadaşlık ise sırf geğik muhabbetleri kapsamıyor bir müddet sonra. Diyeceğim o ki kendinizi bir müddet sonra tıpkı yukarda benzetmelerini yaptığım karakterlerden ve yazarlardan biri olarak görüp bir sabah uyandığınızda bir hamam böceği olarak da bulabiliyorsunuz kendinizi ya da bir “Utopia” hayal ediyorsunuz. ‘Neden olmasın’ diyorsunuz. Hayal ürünü deyip geçmiyorsunuz, inat ediyorsunuz, inanıyorsunuz ve başarıyorsunuz. Ben More’un elçisi olarak mezun oldum o üniversiteden ve şimdi inandığım o ütopyayı ben gibi düşünenlerle var etmekte sıra.

 

bottom of page